Ergenlik yıllarımıza şimdiden (orta yaş, meselâ) dönüp baktığımızda ne hissediyoruz? Çocuksu bir sevinç, bir "mavra" yapma dürtüsü, şimdiden geçmişe dönüp bakmanın hüznü... Geçip gitmiş zamanın, kuşak değiştirmenin, "giden ve geri gelmeyecek olanın hüznü." Hayatın getirdiklerini taşıyıp, taşıyamayacağımız belli olmadığında; üstümüze basan sıkıntı ve tatsızlık hissi...Ergenlik yıllarının, bizzat kendisinin bir parça hüzün demek olduğunu, “Ergenlik ya da Merhaba Hüzün” kitabının ilk sayfaları hatırlattı (Talât Parman, Bağlam Yay., 2000). Kitabın sayfalarında ilerleyip, ergenlik yıllarını, bir başka deyişle, sevdalı arkadaşlık, sevdalı her şey yıllarını hatırlamanın hüznüne kapıldıkça, kitabı bir ergen gibi yutarcasına okudum, bitirdim. Talât Parman'ın kitabın sonuna yerleştirdiği "Bir Dönemeç Olarak Ergenlik ve Yol" makalesi şöyle bitiyor: "...Oscar Wilde "hepimiz bok içindeyiz, ancak bazılarımız yıldızlara bakıyor" der. Ergenler yıldızlara bakabilen ve hayal edebilenlerdir."
Ya hayal edemeyenler, daldıkları hüzünden çıkamayanlar... Kusursuzluk hayallerinin gerçek olmasını dileyen, hayalleri gerçekleşmediğinde kırılıp dökülebilenler... Depresyonun bir ruh hâli olmaktan çıkıp, hayata kızgınlığa ve öfkeye, ölümle dostluğa dönüşmesi, depresif ruh hâlinin bir saplantı olması ise, ürkütücü olabilir. Ölüme sevdalanabilir mi bir genç insan? Evet, hayatta sevecek bir şey yokmuş gibi, kendine açılan bir yer yokmuş gibi, kendini değerli ve anlamlı hissettiği bir an yokmuş gibi geldiğinde, ne yazık ki, evet...Depresyon: bir ruh hâli nasıl hasta eder?
Depresyon çeşitli mekanizmalarla ortaya çıkan, genellikle ergenlik ve gençlik döneminde başlayan, hayatı ciddi biçimde etkileyerek ve bazı durumlarda intiharlar yoluyla öldürücü olabilen bir ruhsal bozukluktur. Çocuklar ve gençlerde depresyonun tipik özellikleri, öfke ve sinirlilik, davranış sorunları, ümitsizlik, içe kapanma gibi durumları içerir (büyüklerdeki üzüntü, neşesizlik gibi özelliklerden ziyade); üstelik duygular hızlı biçimde değişir.
Depresyondaki bir çocuk veya genci dinlediğinizde, ümitsizlik (işe yarar ve anlamlı bir hayat yaşayabileceğinden ümidi kesme) ve kendine değer vermeme (bazen aşırı bir güvenle maskelense bile) düşüncelerini, yoğun bir karamsarlığı hissedebilirsiniz.
Bu duygular, kendisini iyi hissetmesini önler; kendini iyi hissedeceği, ortam ve insanların “kucağına iter.” Ölümü kutsayan gruplar, hayata küskün ve hayatı bombalayan akımlar, depresif genç’e bir yer açtıklarında, ona “aramıza hoş geldin” dediklerinde, “hayır, bu tarafta kalayım” demesi zor olabilir. “Bu taraf”, yâni, hayat, gerçekte zor ya da kolay olmaktan öte, genç tarafından algılanışı değişmiş, bir zamanlar anlamlı gelen her şey anlamsız, güzel gözüken her şey çirkin algılanmaya başlamıştır. “İkna” çabaları çoğunlukla yetmeyebilir; kolundan tutup çekmenizi, açıkça istemese de, bekleyecektir..
Çocukları ve gençlerin akıllarına geleni yapmakta aceleci ve sabırsız davranmaları, kendilerine verdikleri değerin azlığı, ümitsizliklerinin ve ölüme duydukları arzunun, kendilerini öldürme eylemine dönüşmesini kolaylaştırır ve hızlandırır.
Çocukluğunda dikkat ve öğrenme sorunları yaşamış olan, anne-babadan ayrı kalmaya yoğun tepkiler veren, korkuları şiddetli ve uzun süreli olan çocukların büyüdükçe daha sık ve kolayca depresyon geçirebildiklerini görüyoruz. Ailelerinde depresyon geçirmiş bireyler olan çocuklar, daha “küçük/basit” sayılan streslerle depresif oluyorlar.
Depresif olmalarından ziyade depresif kalmaları, üstlerine çöken, öfkeyi, hırçınlığı, küskünlüğü atamamaları, durumun üstünde durmayı zorunlu kılmaktadır. Kimler üstünde dursun, durumu farkeden herkes, elbette... Ama bu tür bir ruh durumu değişikliğini farkedenler, amatör ya da profesyonel, kendileri bir telâşa kapıldıklarında, verdikleri izlenim âcizlik olur. Büyüklerin âcizliği ise, genç’in ümitsizliğini derinleştirecektir.
Ne yaptığını bilen, riskleri ve çıkış yollarını doğru değerlendirebilen “büyükler”, genç için fırtına ve sisin içinde kaybolmuşluk duygusunu azaltan bir deniz feneri işlevi görecektir. Anne-babanın, arkadaşların, öğretmenlerin yollarını bulmalarını da kolaylaştıracak deniz fenerleri...
Depresyon önlenebilir mi? Önemli ölçüde evet. İlk gelişinde iyi tedavi edilmiş olan depresyonların tekrar gelme riskinin çok düştüğünü biliyoruz. Bu ise, ilk gelişi vakitlice hissedebilecek bilgi ve algıyı edinmemizin önemini vurguluyor. Depresyonun ilk gelişi, bir biyolojik yatkınlık olmasına rağmen, önlenebilir mi? Mümkün... Depresyona biyolojik yatkınlık, bir bardağın belli bir miktarının dolu olması gibi bir şey. Bardağın taşmasına sebep olacak etkenleri kontrol ettiğimizde, bu biyolojik yatkınlığın bir biyolojik kadere dönüşmesini önleyebiliriz.
Peki, bardağın taşması nasıl önlenir? Bir reçete yazmak zor, ama çocuğumuzun nasıl bir birey olduğunu anlamaya çalışmak, ve onun bizim duygularımızı ve düşüncelerimizi doğru ve tam algılamasını sağlamakla başlayabiliriz. Kendimizi ve gençliğimizi bir kez daha gözden geçirebiliriz. Kendi düşüncelerimiz dışındaki düşüncelere kulak vermeyi, kusur ve eksiklere tahammül edebilmeyi öğretebiliriz. Çocuğumuzun hayatındaki deniz fenerlerinden birisi olabiliriz. Bilgi ve anlama çabası, fenerimizin ışığını parlatır.
(Shalom gazetesinde yayınlanmıştır)